Demokrasi Araştırması - Mayıs 2011
Bu araştırma Türkiye'de halkın demokrasi algısını belirlemeyi hedeflemektedir. Araştırma, NDI (National Democratic Institute) Türkiye temsilciliği için MetroPOLL Stratejik ve Sosyal Araştırmalar  Merkezi tarafından gerçekleştirilmiştir.  Araştırmanın anket formunun hazırlanmasında MetroPOLL ekibine NDI'dan Dilek Ertükel ve Ebru Ağduk, İPM (İstanbul Politika Merkezi)'den Fuat Keyman ve Özge Kemahlıoğlu'da katkı vermişlerdir.     BÖLÜM I - SİYASİ YAŞAM VE SİYASİ PARTİLER Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez araçları, siyasi yaşamın olmazsa olmaz kurumlarıdır. Temsil ve katılım seçimler üzerinden, önemli ölçüde, siyasi partiler aracılığı ile gerçekleşir. Siyasi partilerin genel örgütlenme özgürlüğü kadar parti içi demokratik mekanizmaların varlığı ve mali kaynaklarının şeffaflığı da demokrasinin niteliğini/kalitesini tanımlayıcı unsurlardır. Seçimden seçime sandıkta oy kullanarak demokrasinin yaşatılması ve geliştirilmesi elbette mümkün değildir. Özgür ve katılımcı bir siyasi yaşam ve bunu destekleyen bir kültür demokratik bir rejimin kurumsallaşması için elzemdir.   Türkiye’de İnsanlar Oylarını Özgürce Kullanabiliyorlar mı? Araştırma bulgularına göre; Türkiye’de insanların oylarını özgürce kullanabildiklerini düşünenlerin oranı %69’dur. Buna karşılık %30’luk bir kesim, seçmenlerin oy kullanırken baskı altında olduklarını ve özgür iradeleri ile oylarını kullanamadıklarını ifade etmektedir. Bizce bu rakam hiç de azımsanacak bir rakam değildir. Çünkü demokrasilerde seçmenlerin özgür iradeleri ile tercihte bulundukları varsayılır. Halkın yaklaşık 1/3ünün seçimlerden çıkan sonucun özgür iradeye dayanmadığı algısı seçimlere güveni ve sonuçların meşruiyetini sorgulanır kılabilir. Muhalefet partilerinden CHP’li seçmenlerin yaklaşık %48’i ve MHP’li seçmenlerin de yaklaşık %38’i seçmenlerin özgürce oy kullanamadıklarını düşünmektedir. Ayrıca eğitim seviyesi yüksek katılımcılar da seçmenlerin özgürce oy kullanamadıkları görüşündedir.   Türkiye’de Siyasi Partilerin Mali Kaynakları Şeffaf mı? Demokrasinin en önemli unsurlarından olan siyasi partilerin öncelikli olarak mali kaynakları ve harcamaları konusunda şeffaf olmaları gerekir. Aksi halde siyasi partilerin farklı çıkar gruplarıyla/finans kaynaklarıyla ilişkileri soru işaretleri yaratabilir, bu ilişkilerin politika yapımında ve uygulayımında etkisi iddia edilebilir. Şeffaflık, kamuoyunun siyasi partilere güvenlerini artırıcı bir unsurdur. Türkiye kamuoyunun şeffaflık yönünde bir talebinin olduğu anlaşılmaktadır.  Katılımcıların %91’i partilerin gelir-giderlerinin kamuoyuna açıklanması gerektiği düşüncesindedirler. Ancak kamuoyunun %56’sı siyasi partilerin mali kaynaklarının şeffaf olmadığına inanmaktadır.    Güçlü bir Lider mi, Uzlaşmacı Güçlü Bir Lider mi? Demokrasi aynı zamanda bir uzlaşı rejimidir; farklı görüşlere tahammül edilen ve muhalefetin özgür olduğu bir rejimdir. Bu bağlamda ‘siyasi lider modeli’ de önemlidir. Nasıl bir lider tipi arzulandığı toplumun siyasal kültürü konusunda açıklayıcı bir bilgi verebilir. Araştırma verilerine göre de katılımcıların %78,4’ü güçlü ama uzlaşmacı bir lideri tercih ettiklerini ifade etmişlerdir. Çok yüksek orandaki bu veri toplumun bir liderden beklentisinin nasıl olması gerektiğini ifade etmesi açısından oldukça manidardır. Ayrıca önemli bir bulgu da, CHP’li ve MHP’li seçmenlerin AKP’li seçmenlere göre daha yüksek oranlarda uzlaşmacı bir lider arzuladıklarını ifade etmeleridir.    Sosyal Ortamda Siyaset Ne Kadar Konuşulur? Toplumun ne denli siyasallaştığını tespit etmenin yöntemlerinden biri sosyal ortamlarda gündemi siyasetin ne denli işgal ettiğini bulmaktır. Katılımcıların yalnızca %9,4’ü yakınlarıyla bir araya geldiklerinde hiç siyaset konuşmadıklarını belirtmişlerdir. Buna karşılık %29 oranında bir katılımcı kitlesi yakınlarıyla bir araya geldiklerinde çoğunlukla siyaset konuştuklarını ve yaklaşık %43’ü de ara sıra siyaset konuşulduğunu ifade etmişlerdir. Bu oranlar siyasetin halkın gündemini büyük ölçüde meşgul ettiğini ve halkın siyasi konulara duyarlılığını göstermektedir.    Milletvekilleri Fikirlerini Lider Baskısı Olmadan Özgürce Açıklayabiliyorlar mı? Türkiye’de siyasi partilerin içinde ağır bir parti disiplini mevcut görülmektedir.  Araştırma bulgularına göre, katılımcıların büyük bir bölümü (%62,2) milletvekillerinin lider baskısı olmaksızın özgürce fikirlerini açıklayamadıklarını düşünmektedir. Bu konuda en iyimser seçmen kitlesi AKP’liler, en kötümser kitle ise CHP’li seçmenler olarak tespit edilmiştir.    Yüzde 10 Seçim Barajı 12 Eylül sonrası Siyasi Partiler Yasası’yla getirilen %10 seçim barajı yönetimde istikrarı sağlama adına temsilde adaleti göz ardı etmektedir. Küçük partilerin TBMM’de temsil edilmesinin önüne bir engel olarak konulan ve pratikte büyük partilere avantaj yaratan bu barajın aynı biçimde kalmasını savunanların oranı %48,5’dir. Buna karşılık bu barajın kaldırılmasını veya indirilmesini isteyenlerin oranı ise %40 civarındadır. CHP’li (%64) ve BDP’li (%67) seçmenlerin büyük çoğunluğu mevcut barajın yüksek olduğunu, indirilmesi veya tamamen kaldırılması gerektiğini düşünmektedirler. Buna karşılık AKP’li (%65) ve MHP’li (%51) seçmenlerin ise yarıdan daha fazlası barajın aynen korunması gerektiğini ifade etmişlerdir. Seçim barajının olduğu gibi muhafazasını isteyenlerin toplumun neredeyse yarısına ulaşması not edilmesi gereken bir tutuma işaret etmektedir.   Siyasette Daha Fazla Kadın Türkiye’de siyasetin temel sorunlarından birisi de kadınların aktif siyasette yeterince yer alamıyor olmalarıdır. Bunun elbette siyasal, ekonomik ve sosyolojik pek çok sebebi vardır. Araştırma, mevcut durumun kısa sürede radikal bir şekilde değişmeyeceğini gösteren bir tutum tespit etmiştir. Katılımcıların yaklaşık %51’i kadınların siyasette daha fazla yer alabilmesi için herhangi bir kotanın konulmasına gerek olmadığını ve toplumun gelişimine bırakılması gerektiğini düşünmektedir. Pozitif ayrımcılık anlamında siyasi partilerin kadınlar için kota uygulaması (%13) halk tarafından pek itibar görmemektedir. Kadınların kendileri de yasal olarak veya partiler tarafından kendileri için kota uygulamasına (%12) sıcak bakmamaktadır. Dolayısıyla siyasette kadın temsilinin artmasının toplumun kendi gelişim dinamiklerine havale edilmiş olduğu görülmektedir.   Başkanlık Sistemine Geçilsin mi? Türkiye’de Özal ile birlikte başlayan ve her defasında enine boyuna tartışılmadan gündemden inen başkanlık sistemi son zamanlarda Başbakan Erdoğan ile tekrar gündeme gelmiştir. Seçim sonrasına ertelenen bu tartışmaya ilişkin katılımcıların %40’ı başkanlık sistemine geçilmesi taraftarı iken, %43,4’ü aksi görüştedir. Bu konuda görüş belirtmeyen veya fikri olmayanların oranı da %17 civarındadır. Beklenildiği üzere AKP’lilerin yarıdan daha fazlası (%52,5) başkanlık sistemine geçilmesini desteklemekte iken, CHP’li (%65) ve MHP’li (%57) seçmenlerin çoğunluğu bu sisteme sıcak bakmamaktadır.   Kürtçülük Yapan Bir Parti Olsun mu? Siyaset sahnesinde Kürt kimliğini temsil iddiasında olan BDP, çoğu zaman etnik temelli siyaset yapmakla ve Türkiye partisi olmamakla itham edilmektedir. Araştırma bulgularına göre de etnik kimliği ön planda tutan bir Kürt partisinin varlığını normal karşılamayacağını belirtenlerin oranı (%50,5), normal karşılayacağını belirtenlerin oranından (%43,7) daha yüksektir.  BDP’li seçmenlerin yaklaşık %74’ü Kürt etnik kimliği temelinde siyaset yapan bir partinin olmasını normal karşılayacaklarını ifade etmişlerdir.   Şeriat İsteyen Bir Parti Olsun mu? Katılımcıların büyük bir kesimi (%60,5) dine dayalı düzen kurmak isteyen siyasi bir partinin bulunmasını normal karşılamadıklarını, buna karşılık %36’lık bir kesim ise bunu normal karşıladığını ifade etmiştir. Gerek Kürt etnik temelinde gerekse de din temelinde siyasi partilerin olmasını normal karşılayacağını belirtenlerin oranı azımsanmayacak oranda olmakla beraber dini ve etnik temelli siyasi partilerin varlığına ilişkin oldukça yaygın eleştirel bir tutum olduğu anlaşılmaktadır. Böylesi bir algı toplumsal çoğulculuğun siyasal zeminde kısıtlanmasını meşrulaştırıcı bir siyasal kültürün varlığına işaret etmektedir.    Siyasi Partiler Eşit Şartlarda Yarışabiliyorlar mı? Demokrasilerde siyasi partilerin alternatif fikirler, programlar ve politikalarla birbirleriyle rekabet etmeleri, rekabetin adil ve eşit bir düzlemde gerçekleşmesi önemlidir. Türkiye’de siyasi partiler arasında rekabetin eşit koşullarda olmadığını düşünen kayda değer bir kesim görülmektedir. Tüm partilerin eşit şartlarda yarıştığına inanmayanların (%62,5) oranı buna inananların oranından (%35)  çok daha yüksektir.   Siyasi Partiler Kapatılabilir mi? Türkiye demokrasisi siyasi parti mezarlıkları ile doludur. Kapatılan hemen her siyasi partinin fikriyatı başka bir siyasi parti ismi ile devam etse de siyasi partilerin kapatılmasının önü halen açıktır. Siyasal kültür açısından ilginç olan; bu uygulamanın toplumsal bir temelinin olmasıdır. Nitekim katılımcıların yarıdan biraz fazlası (%53) parti kapatmaları doğru bulmadığını ifade etmekte iken parti kapatmaları onaylayan %42’lik bir kesim dikkat çekmektedir. Parti kapatmalara en büyük destek MHP’li seçmenlerden (%55,6) en yüksek karşı duruş ise BDP’li seçmenlerden (%84,2) gelmektedir.   BÖLÜM II - DEMOKRASİ ALGISI Siyasal kültürün niteliği demokrasiden ne anlaşıldığı, demokrasinin ne kadar vazgeçilmez görüldüğü, bir arada yaşama iradesinin ne kadar güçlü olduğuyla son derece alakalıdır.    Demokrasi Nedir, Taviz Verilebilir mi? Türkiye kamuoyuna göre demokrasi denilince en fazla özgürlük/özgür düşünce (%33), özgür yaşam biçimi (%9,6), halkın kendisini yönetmesi (%8,8), eşitlik (%5,7) ve bağımsızlık (%3) gibi kavramlar/değerler akla gelmektedir.  Demokrasinin diğer tüm yönetim biçimlerinden daha üstün olduğuna inanların oranı (%55,6) yüksek olmakla birlikte yaygın ve yerleşik bir demokrasi kültürünün varlığını iddia edilmeyecek düzeydedir. Genel bazı sebeplerden dolayı demokrasilerden taviz verilebileceğine inananların oranı %21’dir. Özellikle düzeni ve güvenliği sağlamak için demokrasilerden bazen taviz verilebileceğine inananlar kamuoyunun %45’ini oluşturmaktadır. ‘Demokrasiden çıkış’ seçeneğinin varlığına olan bu geniş destek dikkat çekicidir. Düzen ve güvenlik sebebiyle de olsa demokrasilerden taviz verilemeyeceğini düşünenlerin oranı ise yaklaşık %52’dir.  Demokrasinin ekonomik kalkınmayı sağlayan iyi bir rejim olduğuna olan inanç oldukça yüksektir (% 81,4). Ekonomik kalkınmayı sağlamak için demokrasilerden taviz verilebileceğine inananların oranı %41 iken, bu görüşe karşı olanların oranı ise %53’tür.   Demokrasinin İşleyişinden Memnun musunuz? Türkiye’de demokrasinin işleyişinden hiç memnun olmayanların oranı %19 iken, tamamen memnun olduklarını ifade edenlerin oranı %15 civarındadır. %24’lük bir kesim ise bu iki uç noktanın tam ortasında durmaktadır.   Seçilmiş Yöneticiler Hakkındaki Kanaatler Seçimlerle iş başına gelen yöneticilerin halkın taleplerine duyarlı olduklarına inananların oranı (%42,6) inanmayanların oranından (%54,7) daha düşüktür. Halkın taleplerine duyarlılık algısının böylesine bir tablo sergilemesi, yukarıda ifade edilen ‘demokrasiden memnuniyet’ derecesinin düşüklüğüyle de alakalı olmalıdır. Seçilmişlerin halkın taleplerine duyarlı olmadıkları algısı demokrasiye duyulan güven ve verilen destek açısından sıkıntı yaratacak bir olgudur. Ayrıca; yöneticilerin icraatları hakkında kamuoyu yeterli bilgiye sahiptir diyenlerin oranı %30,7, yöneticiler icraatları hakkında seçimler yoluyla halka hesap verir diyenlerin oranı %50,  yöneticiler icraatları hakkında seçim dönemleri arasında da denetlenip, hesap verirler diyenlerin oranı %44,4’dür.  Bu verilerden hareketle, seçilmiş yöneticilerin halkın nazarında demokrasi sınavından pek de başarılı not alamadıkları sonucunu çıkarabiliriz.   Farklı Gruplarla Birlikte Yaşamaya İlişkin Kanaatler Demokrasilerde farklı kimliklerden, inançlardan ve yaşam biçimlerinden insanların birbirlerine ’hoşgörü’ çerçevesinde yaklaşmaları beklenir. Çok kültürlülük ve farklılıklara tolerans olarak formüle edilen bu demokrasi kültürü ülkemizde de yaygın görülmektedir. Nitekim araştırma bulgularına göre; dindarlarla birlikte yaşamaktan rahatsızlık duymayacağını belirtenlerin oranı %83.6, laik yaşam biçimini benimseyenlerle birlikte yaşamaktan rahatsızlık duymayacağını belirtenlerin oranı %87.3, Kürtlerle birlikte yaşamaktan rahatsızlık duymayacağını belirtenlerin oranı %80.6, Alevilerle birlikte yaşamaktan rahatsızlık duymayacağını belirtenlerin oranı %86.6, gayri-Müslimlerle birlikte yaşamaktan rahatsızlık duymayacağını belirtenlerin oranı %82.3, Romanlarla birlikte yaşamaktan rahatsızlık duymayacağını belirtenlerin oranı %79.2 ve eşcinsellerle birlikte yaşamaktan rahatsızlık duymayacağını belirtenlerin oranı da %47.2 olarak ölçülmüştür. Burada sadece eşcinsellerle ilgili olarak daha düşük bir oranda birlikte yaşama tercihi bildirilmiştir. Diğer tüm farklı kesimlerle birlikte yaşama konusunda yarıdan çok daha yüksek oranlarda tercih beyanında bulunulmuştur.   BÖLÜM III - İNSAN HAKLARI Anayasanın Değiştirilemez Maddeleri Türkiye’de demokrasinin kurumsallaşması için yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu artık çok geniş kesimlerce kabul edilmektedir. Anayasa tartışmalarında ön plana çıkan temel tartışmalardan birisi ise 1982 Anayasası’nda yer alan ‘değiştirilemez’ maddelerdir. Katılımcıların çoğunluğu (%54,4) söz konusu bu değiştirilemez maddelere dokunulmaması gerektiğini kanaatindedir. AKP’li ve BDP’li seçmenlerin büyük kesimi bu maddelere de dokunulması gerektiğini düşünürken, CHP’li ve MHP’li seçmenlerin yine büyük kesimi tam tersi yönde görüş belirtmektedirler.   Yeni Anayasa Bireyci mi Devletçi mi Olsun? 1982 Anayasası’nın yurttaşı değil devleti koruyucu bir yaklaşımla yazıldığı genel kabul gören bir görüştür. Yeni anayasanın ‘vatandaşı’ korumayı esas alan bir anayasa olması gerektiğini belirtenlerin oranı yaklaşık %70 gibi çok yüksek bir orandır.     Farklı Gruplara Ayrımcılık Yapılıyor mu? Türkiye’de kimi zaman dindarlar, kimi zaman Kürtler, kimi zaman Aleviler ve kimi zaman da diğer farklı gruplar kendilerine ayrımcılık yapıldığını belirterek yerel veya uluslararası düzeylerde şikâyetlerde bulunurlar. Farklı grupların devletten şikâyetleri ise çoğunlukla haklı taleplerinin karşılanmaması ve ayrımcılığa tabii tutulmalarından kaynaklanmaktadır. Araştırma bulgularına göre; dindarlara %46, Kürtlere %38, gayri-Müslimlere %25.5, Alevilere %30, eşcinsellere %43, dar gelirlilere %47 ve kadınlara %50.5 oranlarında ayrımcılık yapıldığı düşünülmektedir.   Etnik, Dini ve Diğer Azınlıklar Kendilerini Yeterince İfade Edebiliyorlar mı? Türkiye’nin toplumsal ve kültürel mozaik yapısında farklı kimliklerin kendilerini yeterince ifade edebildikleri söylenemez. Nitekim katılımcıların da %50’si bu yargıyı doğrular görüştedir. Aksi görüşte olanların oranı ise %42 civarındadır.   Resmi Kurumlar Vatandaşa Eşit Davranıyor mu? Türkiye’de bazı temel kurumların vatandaşlara eşit muamele yapmadığı biçiminde bir düşünce yaygındır. Nitekim araştırma sonuçlarına göre: yargı kurumunun (%62,6), devlet dairelerinin (%60,7), belediyelerin (%57) vatandaşlara eşit muamelede bulunmadığı düşünülmektedir. Ayrıca işyerlerinde ve emniyet dairelerinde vatandaşlara eşit muamelede bulunulmadığını kanısında olanların oranları oldukça yüksektir. Temel kurumlar ve iş hayatında vatandaşlara eşit davranılmadığı yönündeki bu olumsuz kanaat, devletin toplumla ile ilişkilerinde ciddi sorunlarının olduğu anlamına gelir.   Farklı Dinlere Saygı ve Tolerans Türkiye’de toplumun üçte ikisinden fazlası (% 69,6’sı), yaşadıkları semtte farklı dinlerin ibadet mekânlarının açılmasından da rahatsızlık duymayacağını ifade etmiştir. Bu oran, Türkiye’de, farklı dinlere saygı konusunda toplumsal düzeyde önemli bir uzlaşmanın olduğu söylenebilir.   Siyasal Katılım Araştırmaya katılanların aile üyelerinden birilerinin siyasi parti faaliyetlerine katılmasını onaylayanların oranı %72, sivil toplum faaliyetlerine katılmasını onaylayanların oranı %79, sendika üyeliğini onaylayanların oranı %63’tür. Ancak gösteri ve protestolara katılmayı onaylayanların oranı ise sadece %32’dir. Bu son siyasal katılım türü hariç diğer tüm faaliyetlere katılımın büyük oranlarda teşvik edildiği ve onaylandığı görülmektedir.   Yargı Mensupları Devleti mi Bireyi mi Korumalıdır? Hâkim ve savcıların öncelikli görevlerinin devleti değil bireyi korumak olması gerektiğini düşünenlerin oranı yaklaşık %77 gibi oldukça yüksek bir orandır. Bu sonuç demokratik bir toplumda bireylerin devletten önce geldiğinin kavranması açısından son derece olumlu bir bulgudur.   Kurumlara Güven Araştırma bulgularına göre halkın %75,6’sı devlete,  %65,6’sı yargıya, %76,4’ü polise, %78,7’si Genel Kurmay Başkanlığı’na, %63,5’i belediyelere, %72,7’si TBMM’ye güvenmektedir. Türkiye’de temel kurumlara bu kadar yüksek oranlarda güven duyulması, “Demokratik Cumhuriyet” olma yolunda büyük bir gelişme olarak yorumlanabilir.   BÖLÜM IV - İKTİDAR VE DEMOKRASİ ALGISI Demokrasilerde seçilmiş siviller atanmışları denetler. Askerler sivillerin idaresi ve denetimi altında olurlar. Araştırmaya katılanların da %52,5’i ordunun sivil denetim altından olması gerektiğini düşünmektedir. Ancak %41 gibi büyük bir kesim ise ordunun sivil denetim/hükümet denetimi altında olması gerektiğini düşünmemektedir. Bu veri Türk siyasal kültürünü anlamak bakımından oldukça önemlidir.   Türkiye’de Asker- Sivil İlişkileri ve Askeri Darbe Türkiye’de ordunun bugün için sivil denetim/hükümetin denetimi altında olduğunu düşünenlerin oranı (%48,5)  aksini düşünenlerin oranından (%42) daha yüksektir.  İlginç olan bulgu ise, ‘bazı durumlarda ordunun yönetimi ele alması’nı onayların oranının (%39) hiç de azımsanmayacak kadar yüksek olmasıdır. CHP ve MHP’li seçmenlerin neredeyse yarısı, AKP’li seçmenlerin de 1/3’ü ordunun bazı durumlarda yönetime el koymasını onaylayacaklarını ifade etmişlerdir.    Medya Özgür mü? Türkiye’de son zamanlarda sivil vesayet, yandaş medya gibi tartışmalar yaşanmaktadır. Mevcut iktidarın baskısından dolayı gazeteci ve yazarların fikirlerini özgürce açıklayamadıkları yönünde eleştiriler vardır.  Katılımcıların da %55,4’ü bu görüşü destekler gözükmektedir. %40’lık bir kesim ise gazetecilerin ve yazarların fikirlerini medyada çekinmeden dile getirebildiklerini ifade etmişlerdir. Ayrıca katılımcıların %53’ü hükümetin basın özgürlüğünü kısıtladığını düşünmektedir.  Medya konusunda diğer bir tartışma da medya patronlarının basın dışında da ticari faaliyetlerde bulunmaları ve bu faaliyetlerinden dolayı basın özgürlüğünün olumsuz etkilendiğidir. Araştırma verilerine göre, bu yargıya katıldığını ifade edenlerin oranı (%56) oldukça yüksektir.   Hükümet Politikalarının Oluşumunda Dini Cemaatler Belirleyici mi? Son yıllarda sıkça tartışılan diğer bir siyasi konu da dini cemaatlerin iktidarın politikalarını etkilediği ve hatta belirlediği şeklindeki iddialardır. Özellikle Fethullah Gülen Cemaati’nin AKP hükümeti üzerinde etkili ve belirleyici olduğu savları açıkça dillendirilmektedir. Bu türden iddialara katılımcıların %51’i destek verirken, %37’lik bir kesim cemaatlerin hükümet politikalarını belirlemediğine inanmaktadır.   Hükümet-Yargı İlişkileri Yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü demokratik devletlerde itina ile korunan ilkelerdir. Özellikle Ergenekon davaları ile başlayan daha sonra HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin yapılarının değiştirilmesi ile devam eden süreçte yargının hükümetin kontrolüne girdiği biçimindeki eleştiriler halen devam etmektedir. Araştırmaya katılanların da büyük bir bölümü (%48,5) mevcut yargının hükümetten bağımsız olmadığını düşünmektedir.